Saat Dokuz Suları
Sedef Pehlivan
Yıpranmış bir şehrin sokaklarını kovalıyorum zihnimde.
Bir gün bulacağımı umuyorum. Gece kaçıyorum şehirlerden. Kaçak bir göçebe gibi.
Puslu bir soğuk, havada süzülüyor. Beyaz insan suretleri görüyorum ve hepsi de
bulanık. Sarı sokak ampulleri bir bir patlıyor. Ellerimle etrafı yokluyorum.
Gece avuçlarıma doluyor. Hissedemiyorum. Elimde bir çift siyah, deri eldiven.
Eldivenleri görünce uyanıyorum. Her gece aynı rüyayı görüyorum. Her gece daha
da yersiz yurtsuz biri oluyorum. Sanki her gece şehri terk edip geri geliyorum.
Sırtım ağrıyor. Yine koltukta uyumuşum. Saat
dokuzu gösteriyor. Solumda küçük pencerem. Bir yaz akşamı serinliği, kısa tül
perdeyi havalandırıyor. Perde burnuma dokunuyor. Sonra alnımı sıyırıp sinsice
geri çekiliyor. Huylanıyorum. Mutfaktan tıkırtılar geliyor. Yine fare girdi
anlaşılan. Kalkıp bakmam gerek. Ama kalkmak istemiyor canım. Saat dokuz olmuş.
Evde kötü bir koku var. Masanın üzerinden bana bakan bulaşıklardan geliyordur.
Göğsümde bir ağrı. Yemeği fazla kaçırdım. Çıkıp yürüsem geçer. Arada böyle
sıkıştırır kalbim. Yemeği fazla kaçırınca. En son ne zaman yediğimi
hatırlamıyorum.
Televizyonu açsam diyorum. Ama kumanda görünürde
yok. Kalkmak istemiyorum. Tavana bakıyorum televizyon yerine. Birkaç sinek
görüyorum. Birinin alnıma konduğunu hissediyorum. Sesleri rahatsız ediyor. Ama
kolumu bile kaldırmak istemiyorum. Gözlerim çatlaklarla dolu tavanı izlemeye
devam ediyor. Tavandan, avizenin olması gereken yerden bir ip sarkıyor. Kablo
değil, kalınca bir ip. Ucu halka haline getirilip bağlanmış. Kıpırtısızca
duruyor, sanki sessizce haykırıyor. Bu yeni bir rüyadır belki de. Uzun zamandır
yatıyorum. Saat dokuz. Saat uzun zamandır dokuz. Günü bilmiyorum, ayı da öyle.
Yatıyorum, sırtüstü. Sırtım çürüyor. Kötü koku sırtımdan yayılıyor, kabul
ediyorum.
Pencereden bakıyorum. Sadece gökyüzünü
görebiliyorum. Ketum bir gri alaşağı etmiş yıldızları. Sabah oluyor. Saat hâlâ
dokuz. Saat durmuş demek ki. Açılan kepenklerin seslerini duyuyorum. Alt
kattaki bakkal karşıdaki peynirciye bağırıyor. Şimdi peynirci biraz peynir
getirecek, bakkal da ekmek. Kahvaltı yapacaklar. Kepenk açan diğer esnaflar
katılacak onlara. Kamyon yaklaşıyor, motorunun sesi dar sokakta yankılanıyor.
Mobilyacı yeni mallar getiriyor anlaşılan. Biraz doğrulup bakmak istiyorum.
Bakkala, çırakla gazete ve ekmek göndermesini söylemek istiyorum. Kalkmak
istiyorum artık. Nasıl uyuştuysam kalkamıyorum. Sırtım ağrıyor. Kötü bir koku.
Saat dokuz. Belki süt de istemeliyim bakkaldan.
Beni pek sevmez. Kalmadı süt der. Beni mahalleli pek sevmez. Çocukları
kovalayan, alt kata da üst kata da rahat vermeyen yaşlı bir memur emeklisiyim
ben. Sahi, uzun süredir emekliyim. Saat dokuzdan beri. Yok canım. Daha da
öncesinden. Bastonumu alıp aşağıdakilere atmak istiyorum. Ama susuyorlar birden.
Bıçakla kesilmiş gibi sesleri gidiyor.
Sırtım, ah şu sırtım. Bir yan dönebilsem geçer
belki. Ama hiçbir uzvumu hissetmiyorum. İnme mi indi yoksa? Bu çok korkutuyor
beni. Kim bakar bana. Açlıktan, susuzluktan ölürüm şuracıkta. Karımın
bedduaları tuttu herhalde. Bir bardak su verenin olmasın demişti gitmeden önce.
Ne zamandı bu? Saat dokuzda. Henüz gençtim o zamanlar. Hafta içi çalışır, hafta
sonu arkadaşlarla toplanırdık. Hiç yorgun hissetmezdim. Hayatımda hiç yorgun
hissetmedim. Kötü kokuya katlanamıyorum artık.
Tavan kararıyor giderek. Önce çatlaklar görünmez
oluyor, sonra tavanın kendisi. Duvar yok. Saat yok. Ama dokuz olduğundan
eminim. Perdeyi ise yüzümde hissediyorum ama göremiyorum. Bir süre sonra, saat
dokuz civarı, bir hareketlilik hissediyorum. Eller dolaşıyor boğazımda, göz
kapaklarımı kapatıyor biri. Üzerimi örtüyorlar. Battaniyenin kesif kokusunu ve
yünlü dokusunu hissedebiliyorum. Ama birazdan onu da yitireceğim, biliyorum.
Mütemadiyen sızlıyorum, içimden. Mütemadiyen sızladım, sızlandım hayatım
boyunca. Yaşlı bir adamdım. Mütemadiyen ölümü andım. Ölümü anarak kendimi
hazırlarım sandım. Yanıldım. Bu başıma hiç gelmez sandım.
Ama öldüm.
Sebep
Küçük kızdan mesaj var :
Bunları da beğenebilirsiniz
